Page 36 - Söz İile Dergisi Sayı 3
P. 36

Vurma sazlardan biridir. Halen mahalli musikide kullanılan şekli, basık iki dümbelekten ibarettir. Elle ve
        daha fazla küçük değnekle vurularak çalınır, zurnaya refakat eden bir sazdır. İki tane yan yana ve birbi-
        rine bağlanmış şekline ‘çifte nakkare’ denir (Öztuna, 1990:98).

        Nakkare:
         Eski metinler, davul ve kös aletleri gök gürültüsüyle ilişkilendirilir ve bu “büyük” seslerin insanları heyecan-
        landırdığı düşünülür. Bu etki, töreni düzenleyenler tarafından zaten beklenen, arzu edilen bir durumdur
        aynı zamanda. Nakkare çalgıcıları Osmanlı dönemi resimlerinde sık sık görülür. Osmanlı kültürü davula
        ve nakkareye oldukça  önem vermiştir. Davul, Osmanlı kültüründe bir egemenlik sembolüdür (Osmanlı
        Musikisi, www.osmanlisanati.com).

        Kudüm:
        Türk musikisinde bir vurmalı sazdır. Bilhassa Mevlevihanelerde, bazen diğer tekkelerde nadiren din dışı
        musikilerde kullanılmıştır. Kendine has bir sesi vardır. Belirli bir sese mesela, dügaha veya rasta düzenle-
        nirse daha yerinde rol oynar (Öztuna, 1990:464).

        Def:
        Türk müziğinin usul vurma aletlerindendir. Halk ağzında ‘tef’ denir. Kasnak şeklinde, ele alınacak kadar
        küçük bir davul olan defin çeşitli şekilleri eski kavimlerde mevcuttur. Fakat antik deflerde zil olup olmadığı
        malum değildir. Son zamanlara kadar defe Türkler daire demişlerdir. Tekke musikisinde kullanılan zilsiz
        büyük deflere, ‘mazhar’ denir (Öztuna,1990:211).

        Surname-i Humayun’daki minyatürde, rakkaslara çeşitli çalgıların eşlik ettiği görülür; nakkare, zurna ve
        defin yanı sıra, kemençe ve “mıskal” da bu çalgılar arasındadır. 14. yüzyıla ait olan ve Mehmet Siyah-
        kalem’e atfedilen bir resimde de, cin olduğu söylenen figürlerden birinin yine kemençe benzeri bir çalgı
        çaldığı görülür.


        Osmanlı sanatlarında ve divan edebiyatında panteist bir yaklaşım görülür. Günlük hayatla uhrevi hayat
        arasında bir iç içelik vardır; her an her şey Tanrı’yla ilgilidir. Nakkaş Osman’ın resminde de böyle olsa ge-
        rektir. Daire Son zamanlara kadar defe verilen isimdir. Def, tam daire biçimindedir (Öztuna, 1990: 205).

        Zurna:
        Türk musikisinde kullanılan nefesli bir sazdır. Kelime olarak Türkçe gibi görünse de Farsça, ‘sur-nay’dan
        gelmektedir. Düğün ney-i demektir. İyisi şemşir ağacından, daha kabacaları dişbudaktan yapılır. Üstte yedi
        ve altta da bir deliği vardır. Zurnaların çeşitleri çok olup Türkiye’nin on binleri bulan hemen her köyünde
        bulunur. Askeri musikide de rolü büyüktür. Vaktiyle klasik sanat musikisinde de kullanılmış, ama daha sonra
        da kaldırılmıştır (Öztuna,1990:530).

        Uzun saplı çalgılar, organolojinin (enstrüman bilimi) dikkat çekici konularından biridir. Genel olarak orga-
        nologlar, uzun saplı çalgıları mesela bizim çaldığımız tamburu Türklere bağlarlar. Eski Mısır’da da benzer
        çalgılar kullanılmıştır. Eski Mısır, çengi veya arpı bildiğimiz kadarıyla ilk kullanan uygarlıktır. Dolayısıyla,
        uzun saplı çalgılar Anadolu’da, Mısır ve Mezopotamya’da her zaman var olmuştur. Aralarındaki farkı
        çalınma tarzlarında, tınılarında aramalıdır.

        Nefir:
        Türk musikisinde iki asırdan beri terkedilmiş bir nefesli sazdır. Abdulkadir Meragin’nin, Cami’ül Elhan isimli
        eserindeki söylediklerini Farsçadan tercüme edilmişi şöyledir: ”Nefir, bütün nefesli sazlar içinde en uzunu-
        dur. Bunun biraz daha uzununa ‘Burgu’ denir. Ucu eğri olursa ‘Kürenay’ adını alır. Sadece bir borudan
        ibaret olup parmak basacak delikleri yoktur…” Nefir, mehter musikisinde, askeri musikide, işaret ve ilkin
        hücum borusu olarak kullanılmıştır. ‘Boruzenle’, ‘nefiri’ aynı şeydir ve nefir çalan sanatkara verilen addır
        (Öztuna, 1990:106).

        Rakkaslar da ellerinde çalparalarla iplerle karaya bağlı bir platform üzerinde dans ederler. Platform rak-
        kasların ağırlığı yüzünden hafifçe suya batmış olduğundan, sanki su üzerinde dans ediyorlarmış gibi bir
        görüntü oluşur. Düğüne, üç tane “kol” denen dans ve müzik topluluğu katılmıştır; aralarında Yahudi, Rum,
        Çingene toplulukları yer alır. Bir resimde de Bahçıvanoğlu ya da Edirne grubu olduğunu tahmin ettiğimiz
        bir kol görülür. Sultanı selamlarken görülen bu topluluk belli ki para alacaktır. Keçi oynatan, maymun oy-
        natan gruplar vardır ve bunların hepsi, Osmanlı devletinin kuruluşunu, bağımsızlığını simgeleyen davulu
        çalarlar.
     36
   31   32   33   34   35   36   37   38   39   40   41